Dayaktan öldürürdü beni her gün. Her günüm acaba bu sefer ne bahane bulacak beni dövmek için korkusuyla geçerdi. Eğitimli bir kadınım ben. Bir iş hayatım vardı. Evlendikten bir süre sonra “Sen evde ol, kapıyı bana sen aç, yemeğimiz hazır olsun, paraya ihtiyacımız mı var,” demeye başladı. Baktım çok söylüyor, bu durumdan mutsuz olduğunu düşünüp işten ayrıldım. Zaten bir süre sonra da hamile kaldım. Bana ilk dayağını üç aylık hamileyken attı. Sonra da arkası kesilmedi zaten. Yediğim dayaklar yüzünden kızım prematüre doğdu. Beraberinde birçok sağlık problemiyle birlikte. Aylarca hastanede kaldı, kaldık. Ben ve bebeğim Ömür. Üzüntüden kesilen sütüme mi yanayım, sakat çocuk doğurdun diye bitmeyen dayaklara ve hakaretlere mi? İkisine de yandım. Üzüldükçe sütüm azaldı, sonunda da tamamen bitti. Ömür’ün ömrünün ne kadar olacağını kimse bilmiyordu. Doktorlar kesin bir şey söyleyemiyordu. Her gün yanına girip bebeğimin sürekli konuşuyordum. Tek dayanağım o olmuştu. Ama başımıza gelenlerin arkası kesilmiyordu. Hastanede yanında kalabilmek için çok çaba sarf ediyordum ama beni eve gönderiyorlardı. Artık sütüm kesildiği için de hastaneye gidebilmek için bahane bulamıyordum. Kendi çocuğu ölsün diye çaba sarf ediyordu hatta sakat olduğunu söyleyip ölmesi daha iyi olur gibi insanlıktan uzak laflar ediyordu. Bir canavarla büyük bir aşkla evlenmiştim. Göremediğim şey neydi, aşk mıydı görmemi engelleyen, nasıl bu kadar kör olabilmiştim, ama kendime sorduğum asıl soru ben bu adamdan nasıl kurtulacaktım? Ömür toparlanıp eve gelince dayaklar arttı. Artık ellerini kullanmayı bırakmış, yere düştüğüm zamanlarda yüzüme, başıma, karnıma nereye denk gelirse tekmeler atmaya başlamıştı. Ailem Denizli’de yaşıyordu. Babamın kendine ait bir dükkânı vardı. Son bir kaç senedir babam hasta olduğu, annem de babama baktığı için işin başına kız kardeşim geçmişti. Onlara dertlerimden bahsedemiyordum. Yalnızca kız kardeşim biliyordu. Ama tembihliydi söylememesi için. Hem zaten kız kardeşimle de gizli gizli konuşabiliyordum. Duyduğu an delirip yine üzerime saldırıyordu.
Bir kaç kez ayrılmak istediğimi söyledim. Tokat ve tekmelerden sonra ilk yumruğu da yedim. Gözüm kapandı. Bir süre görme kaybı yaşadım. Her gün şiddetin dozunu arttırıyordu. Eğer gidersem Ömür’ü de beni de öldürmekle tehdit ediyordu. Sığınma evine gitmeyi düşündüm sanki aklımı okumuştu. Eğer bunu denersem bizi orada da bulup öldüreceğini defalarca söyledi. Kendimi ve çocuğumu korumak için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Sesimi duyan komşulardan bir iki tanesi bize yardım etmeyi teklif etti. Birinin Ereğli taraflarında bir evi varmış. Bizi oraya kaçırıp, saklayabileceğini söyledi. Korktum. Cesaret edemedim. Daha ne kadar dayanabilecektim bilmiyordum. Herkes sanıyor ki böyle şeyler sadece eğitimsiz ailelerde yaşanıyor. Ben bir avukatla evliydim ve bu adam hem iyi bir savunmacı hem de çevresi tarafından sevilen biriydi. Benim bunu ispat edebilme gibi bir şansım bile yoktu. Delirdiğimi söyleyip beni akıl hastanesine kapattırabilecek güçteydi. Bu yüzden her şeyden korkuyordum. Etrafındaki herkese Ömür’ün öldüğünü söylüyormuş, bunu da apartmanın giriş katında oturan komşum çıkarken kapıda karşılaşmışlar, biriyle telefonda konuşuyormuş öyle duymuş. Bana baş sağlığına geldiler. Bütün komşular bir şeyler hazırlamışlar evde, bir akşamüstü kapı çalındı, karşımda bütün apartman sakinlerini görünce şaşırdım. Sandım ki öylesine ziyarete gelmişler meğer taziyeymiş. Hayatta olan çocuğuma baş sağlığına geldiler. Delireceğimi düşündüm. Saatlerce komşuların yanında ağladım durdum. Şimdi düşünüyorum da o gün o telefon konuşmasına şahit olmasaymış komşum insanlar ne çektiğimi anlamazlarmış. Bilmeyeceklerdi bile belki. Gerçek sandığım bir aşk hikâyesi, görmek istemediklerim ya da göremediklerim beni nasıl bir kâbusa sürüklemiş. Kol kırılır yen içeride kalır dediler bize. Birçok kadın buna inandı. Kan kusup kızılcık şerbeti içmeyi öğrettiler bize. Sesimizin çıkması zinhar yasaktı. Daha çocukken bildirdiler bize bunları. Şimdi babam hasta, annem de bir yandan babama bakıyor, daha fazla üzülmesinler diye kendi çektiğimiz acıları kimseyle paylaşamaz olduk. Bir yandan tehditler, bir yandan iyi olması için uğraştığım çocuğum, sırtını sağlam yerlere dayamış bir adam var evin içinde nereye elimi atsam işin içinden çıkamıyordum.
Ömür’ün iyileşmesi uzun zaman alıyordu. Doktorların söylediği sadece zaman değil maliyetli olduğuydu da, parayı veriyordu ama karşılığı belliydi zaten. Ömür iyileşirken babam vefat etti. Birkaç ay içinde de annem. Kız kardeşim hiç evlenmedi zaten benim hâlimi gördükçe evlilik konusundan iyice soğudu.
Ben herkes böyle değil, bak yaşayan ne güzel geçinip gidiyor dedikçe o hiç oralı olmadı. Belki de doğru olan onunkiydi. Benim yaşadıklarımın üzerine bir arkadaşı da eski kocası tarafından bıçaklanarak öldürülünce psikolojik açıdan benden daha kötü bir hâle geldi. Kardeşim benimle Ömür’ü sürekli yanına istiyordu ama kardeşime de bir şey yapar diye korkuyordum. Kaç defa onu öldürmeyi düşündüm biliyor musun? Ne planlar yaptım neler düşündüm kendi kendime. Ama ben de o yürek yoktu. Kiralık katil tutayım, azmettireyim ama yok, olmadı, yapamadım. Yapan nasıl yapıyor sen de yaparsın dedim sonra Ömür’ü düşündüm. Hayat zaman içinde bir şekilde insanın yüzüne gülüyormuş. Bu da nasıl gülmekse benim için büyük bir hediyeydi. Sevindiğim şeye bak!
Bir akşam eve gelmedi. Kesinlikle başka birini buldu belki beni rahat bırakır artık diye kendi kendime hayaller kurmaya başladım. Hiç eve gelmediği olmamıştı. Belki artık daha rahat geçebilirdi gecelerim. Geçirdiğim en rahat, en huzurlu geceydi. Ömür’e sıkıca sarıldığım, çocuğumla rahat rahat uyuduğum ilk geceydi. Ertesi sabah kapı çaldı. Sabah 06:00’da kim gelirdi. Herhalde komşulardan birine bir şey oldu diye düşündüm. Kapıyı açtığımda karşımda iki polis memuru bekliyordu. Uyku sersemi ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bana başınız sağ olsun deyince aklıma o hariç herkes geldi. “Kime ne oldu,” diye bağırmaya başladım. Kardeşimi düşündüm ilk aklıma gelen o oldu. Korkudan, yere dizlerimin üzerine çöktüm. Sadece bağırarak ağlıyordum. Polisler beni yerden kaldırmaya çalışıyorlardı. Ben sürekli bağırıp “ Kardeşime ne oldu,” diye haykırıyor, polisler beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Bütün komşular kapıya toplanmış ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Sonunda apartman yöneticisi olan Selma Hanım polislerden biriyle konuşmaya başladı. Birisi bana su içirmeye çalışıyordu o sırada anladım ne olduğunu. Ölmüştü. Öldürülmüştü. Kardeşim değildi ölen, ben değildim, Ömür değildi. O’ydu. Sonunda kurtulmuştum. O an dondum kaldım. Davasına baktığı bir mafya babasını içeriden çıkaracağına söz verip çıkaramamış, parasını istemiş bu da vermemiş, verememiş, mafya mı bakacak onun gözünün yaşına tetiği çektirmiş adam. Aslında korkutma amacıyla yapmışlar ama mermi sekmiş. Üzerinden geçti beş yıl. Oturduğumuz evi sattık, Ömür’le kardeşimin yanına yerleştik. İşimizin başındayız. Durumumuz iyi, psikolojimiz de hâlâ düzeliyor diyebilirim. Ömür’ün diğer çocuklardan hiçbir farkı kalmadı. Okula başladı ve çok mutlu. Bir insanın ölümüne sevinilir mi diye sormuştu biri bir gün bana. Sanki suçluymuşum gibi hissetmiştim. Bunun cevabını ben de hâlâ arıyorum. Hasta olduğunu bilmeyen ve kabul etmeyen biriydi o. Ne söylediysem kabul ettiremedim bir de üzerine dayak yedim. Hissettiğim şey mutluluk değildi, huzurdu. Artık hasta zihni ona acı çektirmeyeceği için biz de acı çekmeyecektik. Aslında bütün olan biten buydu benim için.
Kurtuldu(k).
0 Yorumlar