Haymarket


                Modern medeniyet; yani kapitalizm gözümüzde dünyaları kaplayan bir büyüklüktür[1]. NİTELİK bakımından bugün insanlığı kaplamış görünmesi o muazzam izlenimi yaratmaktadır. Ancak 19.yüzyıla dek kapitalizmin NİCELİĞİ: gülünç denecek kadar bir küçüklüktü. Çünkü modern medeniyet (çağdaş uygarlık!) tümüyle Avrupa’da bile değil, Avrupa’nın BATI UCUNDA bir nokta gibiydi. Onun için Roma ve İslam medeniyetlerine mirasçı olmuş Osmanlı Türkiye’sinin Ulu’ları, batılı insanı en üstün gördüğü günler bile, uzun süre “KEFERE” diye bıyık altından tiksinti ile karışık alaycı bir aşağılık diye küçümserdi. Bugüne kadar manda batağından beter geriliğimizle böbürlenişimiz oradan kalmadır. Birkaç kilometre karelik sınırı içine kapanmış ilk Sümer kentinde ilk medeniyet doğduğu günde, geri kalan yeryüzünü kaplamış muazzam barbar yığınları için öyle küçücük ve önemsenemez gelmişti. Sonra o nokta, bir yağ damlasının inadı ve kaçınılmazlığı ile yayıldıkça dünyayı sardı. Şimdi medeniyetten yana olmayacak kişiye aklı başında insan gözüyle bakılamıyor.

1 Mayıs’ın oluşu ve doğuşu ile dünyayı kaplayışı, aşağı yukarı o medeniyet serüvenine benzer. 1 Mayıs, modern kapitalizm adlı medeniyet içinde, yeni bir medeniyet biçimi olan sosyalizmin yaratıcısı işçi sınıfı varlığından ve gücünden kaynak aldı. Tarihte bir medeniyet kadar derin köklü, tutkun, sabırlı, önüne geçilemez oldu.

Gelin görün ki, kapitalizm, o daracık yerdeki insanları barbar aşiretler çağından alıp, modern milletler kılığına soktu. Ve her MİLLET: birbirine su sızdırmaz ayrı cam kaplar gibi, insanları ayırmakla kalmamış ayrıca birbirine “can düşmanı” durumuna sokmuştur. Ne var ki, gene o kapitalizmin kendisi, her şeysindeki yordamı ile bir başka büyük çelişkiyi devleştirmekten geri kalmamıştır. Her kapitalist ülke (Milli Devlet) ekonomisi, BÜYÜK SANAYİ sistemini doğurmuştur. CİHAN PAZARI’nı kurmuştur. Kapitalist ekonomi, değil kendi sınırları içinde kalmayı bütün dünyaya sığamaz eğilimindedir. Kapitalizm dünyayı bir tek üretim sistemi ve bir Pazar durumuna sokan; milyonların birbirlerine can düşmanı kestirilmeleri sayesinde egemen bir sistem ve sömürü sağlıyordu. O evrensel ekonomin CANLI GÜCÜ, insan gücü modern işçi sınıfı (proletarya) adını almıştır.

  1. yüzyılın başından ortalarına dek, Avrupa milletleri içinde ya henüz iktidara gelememiş yahut geldiği iktidar yerini sağlama bağlayamamış bulunan işveren (burjuva) sınıfı sıklıkla isyanlarla oynuyordu. Kapitalist sınıfı; iktidara gelince, elini verdiği Büyük Emlak Sahipleri sınıfından kolunu kurtaramıyordu. Egemen olan veya olmak isteyen işveren sınıfı emlak sahipleri sınıfları ile (kar ve irat) paylaşmasında sıkışınca, eski huyunu depreştiriyordu. Emlak sahiplerinin derebeyi artığı krallıklarına karşı, (hürriyet, eşitlik, adalet, kardeşlik) bayrağı altında kapitalist ihtilallerinin motoru olan halkı (işçi + köylü) silahlandırıp sokağa döküyordu. İşçi sınıfını kendi sosyal devrimlerinde koçbaşı gibi kullanıyordu. Kâr – irat kavgasına düşmüş kumarbazlar mahalleyi (başta işçi sınıfını) yangın yerine çeviriyordu.

Kapitalizm millet içinde ortak ekonomili ve ortak alınyazılı milyonlarca insanın ağzına ortak sloganlar vermiştir. Bunları en çok ciddiye alanlar: halk yığınları olmuştur.”Hürriyet, Adalet, Eşitlik, Kardeşlik” kapitalistin sömürü hürriyeti ve sömürü adaleti olunca, her şeyden önce eşitlik tersine döner ve kardeşlik akrep gibi birbirini sokan akrabalığın düşman-kardeşliği biçimine girer. Politikada her gün çoğalan sosyal adaletsizlikler,  ekonomide büsbütün inanılmaz ölçülere varır. Bunun bir çaresi yok muydu? İşçi sınıfı emekleme dönemindeydi. Sosyal bilimin güzel çocukları ÜTOPYA’cı sosyalistler, bu derdin ilk nedenini bulamadıkları için pek çok devalar yazdılar. Hastalığın ilacı çok, ilacı yoktu.

1830 Paris’te barikatlara çıkmış işçilerin direnişleri, 1848 sosyal devrimleri gibi 1850 sosyal karşı-devrimleri de, Batı Avrupa denilen küçücük toprak parçasını hallaç pamuğu gibi attı. O kargaşada yeni bilim ile yeni sosyal güç arasındaki kaynaşma ve karşılıklı deneşme yoklamadan öteye geçmedi. Yoklayışları bilince çıkarmak bilime, bilimcil sosyalizme düştü. Ancak insan zekasını işçi sınıfı açısından geliştirip işleten Marx ve Engels; bilimcil sosyalizmi kurunca problem kişi yakıştırmalarından kurtuldu. Yeni bilim, yeni sosyal gücün: işçi sınıfının yörüngesine oturdu. Bilim soyut insanla değil, som sosyal sınıfla buluştu. 19. Yüzyılın birinci yarısına gelinmişti.

28 Eylül 1864 günü Londra’nın Saint Martins Hall’ünde bir olay geçti. Ayrı düşman MİLLETLER diye kapitalizmin parça parça ettiği Batı Avrupa ülkelerinin irili ufaklı: İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, İsviçreli, Leh vb. bütün uluslarından gelmiş delegeler; İŞÇİLERİN ULUSLARARASI ASSASYONU (Birinci ENTERNASYONAL) işçi örgütünü kurdu. Kapitalizmin Avrupa yolundan bütün insanlığa getirdiği ULUSLAR kargaşalı illetini, inanılmaz kertede basitin basiti bir ilaçla: işçi sınıfının ULUSLARARASI davranışı ile tedavi ediyordu.

O günleri konu eden bir roman HAYMARKET[2](1 Mayıs’ın Romanı). ABD’li tarih profesörü olan Martin DUBERMAN’ın kaleme aldığı tarihin bir kesitine ışık tutan, günümüzde de devam ettirilen bir geleneğin köklerine indiği eseri Mehmet HARMANCI akıcı bir dille Türkçe’ye çevirmiş. Agora Yayınları eseri; 2004 Nisan ayı içinde arka arkaya iki baskı yaparak okuyucularla buluşturmuş.

Eseri kısa başlıklar altında şöyle özetleyebiliriz; Lucy Eldine Gonzales amcasının çiftliğinde işlerin takibini yapan, aynı zamanda toplumsal çatışmalara duyarlı, kökleri zencilere giden birisi. Ülkedeki yaşanan sorunlar; zencilerin ikinci sınıf yurttaş görülmeleri, işçilerin uzun ve kötü koşullarda çalıştırılmaları, vergi düzenlemeleri konusunda cesaretli yazıları yayınlayan Spectator’un eski sahibi, şimdi köylerde vergi tahsildarlığı yapan Albert Parsons. Çiftliğe tahsilata gelen Albert’le Lucy’nin karşılaşmaları. Ve ilk andan itibaren başlayan tutkulu bir aşk. Birlikte Chicago’ya taşınma. Albert’ın Chicago Times’de dizgiciliğe başlaması. Dizgiciler Sendikasının 16. Şubesine üyelik. Kentteki çelişkiler. Albert, işyerinden tanıştığı George Engel aracılığı ile Emeğin Şövalyeleri örgütüne üyelik kabulü. Lucy ile Emeğin Şövalyeleri üzerine yaptıkları uzun tartışmalar; Lucy’nin kadınlar ve zencilerle ilgili konulara odaklanışı. Emeğin Şövalyeleri’nin bir açık toplantısında August Spies ve yanındaki Samuel Fielden’le tanışmaları. Albert’ın Emekçiler Partisi’ne üyeliği ve yaptığı çalışmaların polis takibine alınışı. Emniyete çekiliş, tehditlerle dolu sorgulama. İşinden kovuluşu, sürekli devam eden takip olayları.

Bu arada yoğunlaşan hak alma mücadeleleri. Yasadışı örgüt kurmak savıyla işçilerin idam edilişleri. Yapılan toplantıları hiçbir uyarı yapılmaksızın polis tarafından şiddetle dağıtılışı. Buna karşı işçilerin fabrikaları, taş ocaklarını, tabakhaneleri işgal edişleri, demiryolu işçilerinin silolara tahılların teslimatını engellemeleri.

Bu yaşananlardan sonra grupların sahneyi terk edişleri ve Albert’ın tanıklıkları. Socialist’te yardımcı editörlüğe getiriliş. İşçilerde yaşanan olaylardan sonra oluşan silahlanma eğilimi. Seçim, oy sandığı aldatmacasını terk ediş. Lucy’nin gazetelere yazı gönderme ısrarı. Dostları olan Lizzie Swank ile Lucy’nin Uluslararası Emekçiler Birliği’nin yayını Alarm’da yardımcı editörlüğe getirilişleri. Oscar Neebe,  Adolph Fischer, Mıchael Schwab ve fıçı fabrikasında marangozluk yapan Louis Lingg’le tanışma. Albert’ın çağrıların olduğu bölgelerde işçilerin mücadelelerini örgütleyişi. Örgütlerin parçalanışları.

Ülke çapında cop kullanma konusunda kötü ün yapmış bir polis amiri; Yüzbaşı John Bonfield. Disiplin altına alınamayan, suç örgütleriyle işbirliği içinde olan ve onlardan aldığı rüşvetlerle gelirini artıran, bunları kaybetmemek için vahşete yönelen biri. Bonfield işçilerin, sosyalist grupların ve yayınevlerinin dağıtılmasında önemli görevler üstlenmişti. Tıpkı Bonfield gibi emrindeki polislerde kendileri de işçi sınıfından gelmelerine rağmen-işçilerin şikayetlerine tahammül edemiyorlardı, aldıkları armağanlar ve pek az olan gelirlerini artıran rüşvetler nedeniyle kendilerini işverenlerin tarafına bağlı hissediyorlardı. Chicago Belediye Başkanı Carter Harrison. Görevde bulunduğu dört dönemde Chicago işçi sınıfının takdirini kazanmıştı. Belediye işçileri için sekiz saatlik çalışma kuralını getirmeden önce bile işçilere olan sempatisini çeşitli yollarla göstermişti. Fabrika ve konutların teftişlerini sıkılaştıran yönetmelikleri desteklemişti. Sendikalaşma, konuşma ve toplanma haklarına müdahale girişimlerine karşı koymuş; bir grevi bastırmak için asla eyalet veya federal askerlerini çağırmayacağını kamuoyu önünde açıklamıştı. Bu tavrı işverenlerin gözünden kaçmamıştı.  Harrison,1886 Mart ayı sonunda, 1 Mayıs’tan başlayarak, kentteki çalışanların artık sekiz saatten fazla çalışmayacaklarını bildirdi. “1 Mayıs” anında milli bir toplantı çağrısı oldu. Tüm işçi sendikaları, o gün sekiz saatlik çalışma gününe uyulması yönünde baskı yapmak üzere, genel grev yapılması konusunda anlaştılar.

Avrupa’da yaşanan mücadeleler ve grev dalgası kaçınılmaz biçimde ABD’yi de sarmıştı. Amerikan işçilerinin sekiz saatlik iş günü ve insanca çalışma koşuları için vermiş oldukları mücadele; işverenler ve onların devleti tarafından kanla bastırılmıştı.

1886 yılları ABD tarihinin sınıf savaşımının en sert olduğu yıllardır. Irkçılık hala devam etmekte, öyle ki hala siyahilerin parklara girişlerine izin verilmemesi gibi durumlar var. 1 Mayıs 1886 tarihinde ülke çapında, 350 bini aşkın işçinin katıldığı büyük grev ve işçilerin sokakları zapt edişi olayı zuhur ediyor.

Ülkenin dört bir yanında çağrıya uyan 350 bini aşkın işçi işlerini bırakarak meydanlara toplanır. O gün Chicago’da da 80 bine yakın işçi kent meydanını doldurur. Yer yer küçük çaplı gerginlikler yaşanmasına rağmen gösteri olaysız sonuçlanır.

3 Mayıs günü McCormick’e ait fabrikasından atılan ve greve çıkan işçilerle grev kırıcılar arasında büyük bir çatışma yaşanır ve  olaylara çok sert müdahale eden polis grevci işçilerden dördünü silahla ateş ederek öldürür. Yaşanan olaylar üzere toplanan gruplar ertesi akşam Haymarket Meydanı’nda toplanma çağrısı yapar. Bir bildiri kaleme alınmıştı. Çağrı için hazırlanan bildiriden bir kısmı işçilerin gittikleri birahanelerde dağıtılmıştır. Bildiri metninde “İşçiler silahlanın ve hepiniz gelin” ibaresi de yer alır. Toplantının barışçıl bir hava geçmesi için uğraşanları başını da Albert çekiyordur. Yalnız yaşananlar kentte gerginliği arttırmıştır. Gerginliği daha da tırmandırmak isteyen Bonfield tipinde kişiler süreci fırsata dönüştürmek çabasındalardır.

Harrison o gün Haymarket Meydanı’nda yapılacak toplantıda Emniyet amiri olarak Bonfield’i atamış olmaktan pişmandır. Bonfield’in bir çatışmaya girme hevesini kırmak için kendisi toplantının olduğu alanı teftişe gider. Toplantıya yönelik gözlemleri olumlu olmuş; Bonfield’in “Toplantıdan sonra şiddetli bir çatışma olacağına dair söylentiler dolaşıyor.” Bilgisinin yersiz olduğunu, memurların kendi görev yerlerine gönderilmeleri talimatını verip evine gitmek üzere karakoldan ayrılır.

Albert ve bir kısım konuşmacıdan sonra; en son kürsüye Fielden çıkmış ve konuşmasını yapmıştır. Kendine özgü dobra konuşmasıyla, biraz da alandaki sessiz ve ruhsuz bekleyişini sürdüren kitleyi biraz olsun canlandırmak için; “McCormick fabrikasında insanlara soğukkanlılıkla ateş eden bir toplumsal düzen altında işçi sınıfı için güvenlik diye bir şey söz konusu olamaz. Artık yasayla, onu boğazından yakalayıp boğana kadar sıkmak dışında bir işleri kalmadığını” söyler. Kalabalığın arkalarında bekleyen iki dedektif, hemen Desplaines karakoluna koşup Bonfield’e Fielden’ın halkı isyan etmeleri için kışkırttığını söylediler. Haftalardır Chicago sokaklarında Bonfield’in adamları omuz omuza yürüyerek militarist hareketleriyle halkı korkuya düşüren, kitle kontrolünün ileri tekniklerinin provalarını yapıyorlardı. Bonfield için beklenen an gelmişti.

Hemen düzenli saflar halinde 180 kişilik polis ekibi Haymarket Alanına girdi. Polisin “dağılın” uyarısına uyan Fielden konuşmasını yaptığı arabadan inerken başının üstünden hışırdayarak ve hafif bir parıltıyla geçen nesneyi fark etti. Polislerin önüne düşen nesne büyük bir gürültüyle patlamış; ilk anda Mathias Degan adında bir memur ölmüş ve sekiz onu da ağır yaralanmıştı. Kitle bir anda paniklemişti. Bir anlık şaşkın sessizlikten sonra polisler toplanıp kalabalığa ateş etmeye başladılar. Çığlıklar ve iniltiler arasında insanlar kurşun ve cop yağmurundan kurtulmak için dört bir yana kaçışıyorlardı. Olaydan sonraki haftalarda yedi memur ve sivil aldıkları yaralardan dolayı öleceklerdi ve ağır yaralı sayısı da yüzü aşacaktı. Bütün olay beş on dakika içinde olup bitmişti.

Olaylar sonrasında toplantıyı tertipleyenler başta olmak üzere yoğun bir tutuklama başlamış ve birçok işçi lideri hapse atılmış, bu arada matbaalar ve muhalif gazete bürolarına baskın yapılmıştı. Patlama sırasında birahane arkadaşları ve çocuklarıyla bir arada olan Albert karısı Lucy’nin ısrarları sonucu kenti terk etmiş, Waukesha adında bir köyde saklanmıştı. Yapılan soruşturmalar sonunda 17 Mayısta bir jüri oluşturuldu. Ancak acele edilmiyordu. Bu arada basın aracılığıyla hız kesmeksizin kamuoyunda heyecanı en üst noktada tutmak için; kentin birçok noktasında silah depoları bulunduğu, kenti felce uğratacak yeni bir anarşist komplosunun açığa çıkarıldığı haberleri bildiriliyordu. Polis Haymarket gösterisine katılmayan, eski ev sahibi ve iş arkadaşı William Seliger’in ihbarı üzerine Louis Lingg’in evinde yapılan aramada sandığında iki bomba, iki tabanca ve çok miktarda mermi bulundu. 27 Mayıs günü Büyük jüri kararını vermiş; Engel, Fielden, Fischer, Lingg, Neebe, Schwab, Parsons ve Spies, Haymarket meydanında bombanın patladığı ilk anda ölen polis Mathias Degan’ın öldürülmesinden ve aldıkları yaralardan dolayı daha sonra hayatını kaybeden diğer altı memurun ölümlerinden “olay öncesi suçortağı” olarak sorumlu bulunmuşlardı. Tutuklananlar arasında Uluslararası Emekçiler Birliği’yle bir ilgisi olmayan asla silahlı savunma lehine konuşma yapmamış Oscar Neebe’de bulunuyordu Yalnız Neebe; yorulmak nedir bilmeyen ateşli bir sendika örgütçüsüdür. Ancak, aleyhindeki kanıtların zayıf olduğu kabul ediliyormuş gibi kefaletle salıverildi. Yıllar sonra Neebe’nin işçilerini örgütlediği bira fabrikalarından birinin sahiplerinin, büyük jüriyi, onu da suçlaması için ikna etmek üzere 90 bin dolar harcadıkları ortaya çıktı. Bir numaralı halk düşmanı ilan edilen Albert Parsons aranıyordu. Sanıklar yargılanmalarını beklemek üzere Cook Hapishanesinde tutuluyorlardı.

Yargılananların savunmasını, Chicago’nun şirket avukatlarının önde gelenlerinden olan, yaşantısı çok da işçilere yakın olmayan ve her türlü tepkiyi göğüslemiş William Perkins Black üstlendi. Yargılamalar başladığında Albert Parsons Chicago basının her türlü karalamaları ve saldırılarını göğüsleyerek, arkadaşlarıyla birlikte yargılanmaya karar vermiş; saklandığı köyden ayrılıp Chicago kentine döndü.

Ortaya çıkan bombaların Haymarket alanına atılan bombalardan biri olmadığı görüldü. Ayrıca Lingg’in gösterinin olduğu gün, alandan iki mil uzakta olduğu belirlendi. Davanın savcısı Grinnell sürekli olarak Alarm ve Arbeiter’den ayrıca diğer yazı ve sanıkları farklı zamanlarda yapmış oldukları konuşmaları kanıt göstererek yaşanan bu olayla ilintilendirmeye çalışıyordu. Gerçek katilin suçlanmasının gerekmediğini aslında sanıkların “bombanın atılmasını teşvik ve tavsiye” ettiklerini söyleyerek jürinin onları suçlu ilan etmelerine çalışıyordu.

Belediye Başkanının tanıklığına başvurulduğunda “konuşmaların son anlarına yakın bölümünde alandan ayrıldığını, o ana kadar toplantının sükûnet içinde geçmekte olduğunu, göstericilerin hiç birinde silah görmediğini” söyledi. Bu tür tanıklıkların karşısına; ifadeleri hiçbir şekilde birbiriyle uyuşmayan, ısmarlama, tanıklar çıkarılıyordu.

Duruşmalar kamuoyunun en önemli atraksiyonu olmuştu. Moda düşkünü kadınlar bile oya işlerini ve dans derslerini bir yana bırakıp, şık giysileri içinde ön sıraları işgal ediyorlardı. Duruşma esnasında; şeker yiyor, sanıkları incelerken aralarında kıkırdaşıyorlardı.

Mülk sahiplerinin çıkarlarına hizmet eden taraflı bir yargıç olan Gary; bir uydurma sonucu kurulan jüriye, bir tek örnek bile gösteremeden, bombayı atanın kimliği ve bizim onunla ilişkimiz bilinmediği halde, sanıkları cinayetin suç ortakları olarak görmelerini tavsiye ediyordu.

Jüri; yapmış olduğu görüşme sonunda Oscar Neebe dışındaki altı sanık hakkında ölüm cezası verilmesine hükmetmişti. Neebe’ye on beş yıl ağır hapis cezası verilmişti.

Yargılamanın yeniden görülmesi yönünde yapılan itiraz sonunda dava Illinois Yüksek Mahkemesi tarafından incelenmeye alındı. Yapılan görüşmeler neticesinde yüksek mahkeme davanın tekrar görüşülmesini reddetti ve infaz gününü olarak 11 Kasım’ı belirledi. Sonuç değişmemişti. Savcılık kazanmıştı. Ülkenin “saygın unsurları” sonuçtan memnuniyet duyup,  derin soluk aldılar. Davanın bu şekilde neticelenmesi için kesenin ağzını açan işverenler çabalarının sonucundan memnundular.

İnfaza günler kala ülkenin ve dünyanın dört bir yanında ‘hukuk katliamı’nı kınamaktan, tarafsız adalet çağrılarına kadar pek çok kararın alındığı; büyük kalabalıkların katıldığı, toplantılar ve yürüyüşler yapılıyordu. Kamuoyu baskısıyla Vali’nin cezaları af yoluna sokması amaçlanıyordu. Yalnız bunun olabilmesi için hükümlülerin Vali’ye gönderecekleri dilekçelerde geçmiş ‘hataları’ndan pişman olduklarını belirtmeleri ve buna Vali’nin ikna olması gerekiyordu.

Schwab ile Fielden ve Spies Vali’ye dilekçeler göndermişler, yalnız Albert Parsons tüm ısrarlara rağmen buna yanaşmamıştır.

10 Kasım saat 8.55’de hapishanenin koridorlarından biri büyük bir patlamayla sarsılmıştı. Alarm’ın yeni sahibi, Dyer Lum tutukluların sigara içmelerine izin verildiği için bu fırsatı değerlendirip Lingg’in isteği üzerine hücresine dinamitli bir puro getirmişti. Puroyu ağzına alan Lingg ateşlemiş patlama sonucu ağır yaralanmış ve altı saat sonra da ölmüştü.

Haberin çok çabuk bir şekilde duyulması üzerine Vali alelacele kararını açıklayacağını bildirdi. Vali Ogleysby, ‘çok büyük bir titizlikle yapmış olduğu ‘ inceleme sonucunda;  jüri kararını ya da yüksek mahkemenin bu insanların suçluluklarını onaylayan hükmünü değiştirecek bir izlenime ulaşamadığını, yedi sanığın “şiddet içeren” konuşmalarıyla cinayetin suç ortakları oldukları kararını kabul ettiğini belirtiyordu. Vali daha sonra “Parsons, Fischer, Engel ve Lingg ile Spies’ın “koşulsuz salıverilme” isteğinde bulunmakla, durumlarında bir değişiklik yapma hakkını elinden almış olduklarını bildirmiş, Schwab ve Fielden’a verilen ölüm cezasını ‘insanlık adına ve kamu adaletine aykırılıkta bulunmadan’ ömür boyu hapse çevirdiğini bildirdi.

Vali’nin kararının bilgisi hükümlülere ulaştığında hiç şaşırmadılar ve fazla bir telaşa kapılmadılar.

Kararın açıklanmasından hemen sonra infaz hazırlıklarına hız verildi. İnfazın gerçekleşeceği yerde darağaçları kurulmuştu. Hükümlülerin hepsi de kendine göre sakindi. Hükümlülerin son sözlerini söylemelerine izin verilmemiş, izleyicilerin soluklarını tuttukları bir atmosferde idamlar sonuçlandırılmıştı.

Cenazeler yaklaşık 200 bin kişinin katıldığı, ateşli konuşmaların yer aldığı görkemli bir törenle defnedildi.

Kitap okuyucusu; yaşanan olayların bire bir olmasa da ülkemizde yaşananlarla benzerliklerini hemen fark edeceklerdir. İşçilerin hak alma mücadelelerinin engellenmesi, işten çıkarmalar, gösteriler öncesi koparılan yaygaralar, toplantı ve yürüyüşlerin kanla bastırılışı. Olayların gerçek sorumlularının yargılanmaması. Mülk sahiplerinin çıkarlarını korumak adına kurulan mahkemeler ve haksız yargılamalar sonrası ilericilerin mahkum edilişleri. Ne kadar da benziyor değil mi?

Yalnız şu unutulmamalı ki; işçi sınıfının ağır başlı, insancıl yürüyüşü başlamıştır. Eninde sonunda milletleri orman kanunlarıyla gütmeye çalışan parababalarından haklarını alacaklardır.

[1]Yazıdaki italik bölümler Hikmet Kıvılcımlı’nın 1 Mayıs adlı yazısından alınmıştır.

[2]Illinois Eyaleti Chicago Kentinde bir meydan adı.


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla paylaşın!

Tepkiniz nedir?

hate hate
0
hate
confused confused
0
confused
fail fail
0
fail
fun fun
0
fun
geeky geeky
0
geeky
love love
0
love
lol lol
0
lol
omg omg
0
omg
win win
0
win

0 Yorumlar

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir